Türk polisiye (detektif) romanlarıyla ilgili her şey  ( 31069 marta o'qilgan) Chop etish

1 2 3 4 B


Ansora  04 Yanvar 2011, 17:41:14

Türkçede ilk polisiye

Tanzimat Edebiyati'nin en önemli isimlerinden Ahmet Midhat Efendi; bilindigi gibi her eserinde okuyucusunu aydinlatmayi, bilgilendirmeyi amaçladigindan hace-i evvel, yani ilk ögretmen diye anilir. Aslinda Bagdat'ta Midhat Pasa'nin valiligi sirasinda onun maiyetinde çalisirken, sanat okulu ögrencileri için yazdigi ders kitaplarinin adi olan hace-i evvel, kendisine bihakkin lakap olmustur.(1)
Hocamiz Tanzimat Edebiyati'nin en popüler yazaridir. Düzyazinin bütün tür ve konularinda telif ve çeviri iki yüz kadar eser vermistir. Ahmet Midhat'in yapitlarinin özgün niteligi, akla gelen her konuda okuyucusunu aydinlatmasi, ona bilgi ve bunun yaninda çikarilacak bir ders vermesidir. Bu bilgiyi vermek için konuyu kesip araya girer; diyecegini der ve sonra yine konuya döner.
Efendi Babamiz (bu söyleyis de dönemin gazetecilerinin Ahmet Midhat Efendi'ye taktiklari bir diger lakaptir); yalniz edebi eserler yazmamistir. Matematikten askerlige, iktisattan tarihe, felsefeden teolojiye, astronomiden cografyaya her alanda kalem oynatmistir.
Edebi alanda ise her çesit edebi yapiti, siir hariç, denemistir. Roman, öykü, oyun, ani, gezi, inceleme, mektup, deneme türünden pek çok yapiti vardir. Dili biraz savruk ama amacina uygun olarak dönemine göre çok sadedir. Sohbet eder, karsinizda konusuyormus gibi yazar. Yazdigi edebi eserlerinde de çok çesitlilik egemen bir olgudur. Örnegin romanlari incelense; döneminde geçerli her cins roman türüne uygun eserleri vardir. Mesela romantik (Henüz Onyedi Yasinda), toplumsal (Felatun Bey ile Rakim Efendi), serüven (Hasan Mellah, Hüseyin Fellah), siyasi içerikli (Jöntürk), tarihi (Yeniçeriler), töresel (Arnavutlar, Solyotlar), bilimkurgusal (Dünyaya Ikinci Gelis), natüralist (Müsahedat) romanlari oldugu gibi ilginç ve ilk uygulamalar da onun kaleminden çikmistir. Örnegin yazinimizda feminizmi konu alan ilk romanlari da o yazmistir (Felsefe-i Zenan ve Diplomali Kiz). Hatta bilimsel roman yazdigini da iddia etmistir (Fenni Roman yahut Amerikali Doktorlar).
Iste bu çesitlilik içinde Ahmet Midhat Efendi gibi ilginç bir kisinin, özünde ilginç bir ugras olan polisiye romani ihmal etmesi herhalde beklenemezdi. Türkçemizde pek çok ilke imza atan Efendi Babamiz, dilimizde yazilan ilk polisiye romanin da yazaridir.
Türkçe'de nesredilen ilk çeviri polis romanlarindan biri olan dönemin ünlü Fransiz polisiye yazari Emile Gaboriau'nun Orcival Cinayeti isimli ilginç romanini çevirip 1883'te gazetesi Tercüman-i Hakikat'te tefrika olarak yayimladi ve ayni yil kitap olarak basti. Yine 1883 yilinda ilk telif polisiye romanimiz Esrar-i Cinayat'i yine gazetesinde tefrika ettikten sonra 1884'te kitap olarak yayimladi. Büyük boy (27x25 cm) 225 sayfalik kitabin basinda bu romanin gazetede tefrika edildigi belirtilip "ilk defa olmak üzere ayrica risale seklinde dahi tab olunmustur" ifadesi bulunmaktadir.
Esrar-i Cinayat, Ahmet Midhat Efendi'nin Gaboriau'dan etkilendigi ama yine de yerli renkleri ustalikla kullanip, konunun yerel yönünü iyice belirledigi bir polisiye romandir. Ahmet Midhat, bu romaninda, tipki Gaboriau ve Edgar Allen Poe ile baslayan geleneksel polisiye romanlarda oldugu gibi salt analitik çikarsamalarla sonuca varan bir polisiye roman yazmamis; melodramin insan kaderiyle ilgili trajik yazgisina; islenen cinayetler kadar basat bir yer vermistir. Romanda bütün Ahmet Midhat romanlarinda oldugu gibi; naif bir anlatim ve konuyu kesip okuyucuya genel anlamda bilgiler verme açikca görülür. Kitabin dili, dönemine göre çok sadedir; özellikle diyaloglarda bu durum daha belirgindir. Olaylarin gelisimi içinde mekan olarak Istanbul'un çesitli semtleri basarili bir sekilde kullanilmistir.
Dilimizdeki bu iki polisiye romani biraz ayrintili olarak vermek istiyoruz; çünkü bu kitabi bulmak bugüne kadar hemen hemen olanaksizdi; (2) ancak Türk Dil Kurumu Yayinlari Ekim 2000 tarihinde Esrar-i Cinayat adli kitabin yeni baskisini yayimladi. Ayrica geleneksel edebiyat kitaplarinda ve edebiyat ansiklopedilerinde, bu kitap Ahmet Midhat'in diger eserleri kadar önemsenip anlatilmadigindan; özellikle konuya ilgi duyabilecek genç okuyucular için bunun gerekli oldugunu düsünüyoruz.
Hediye Hanim'in konaginda...

______________________________________________________
1. Bu Hace-i evvel isimli ve çesitli bilimlerle ilgili ilk bilgileri veren kitap ilk kez 1286'da (1869) Bagdat Vilayet Matbaasi'nda , bir yil sonra ikinci baskisi ayni yerde ve ayni yil Istanbul'da üçüncü kez basılmıştır.
2. Türkiye Basmalari Toplu Katalogu. Cilt I, Ankara, 1990'a göre bu yapittan bütün Türkiye kütüphanelerinde 6 adet vardir. Bu satirlarin yazari da, bütün sahaf dostlarinin yakin ilgisine karsin bu kitabin pesinde on yil koşmuştur.

Qayd etilgan


Ansora  04 Yanvar 2011, 17:41:52

Olay "Binikiyüz $u kadar sene-i hicriyesine müsadif olan Temmuz ayinin onyedinci Sali günü" Istanbul'da yayimlanan gazetelerdeki bir haberle baslar. Karadeniz'de balik avindan dönen balikçilar, Bogaz'in girisindeki Öreke Tasi denilen yerde bir genç kizla iki adamin cesedini bulmuslardir.
Duruma, Beyoglu mutasarrifligi müstantiklerinden (sorusturma memuru, dedektif) Osman Sabri el koyar. Osman Sabri'nin kimligi söyle çizilir: Nazik olmak gibi bir kaygumuz olmazsa ciliz sözcügüyle tanimlayabilecegimiz, ufak tefek, karikatür gibi bir adamsa da; beyince ve onun sonucu olan zekaca zenginligine gözlerinden yayilan anlayis atesleri taniklik eder. Cinayet yerindeki kanitlara dikkat edilmedigi ve bozuldugu için ilk sorusturmadan fazla bir sonuç çikarilamaz. Efendi Babamiz, bu arada hemen araya girer; bir cinayet olunca; arastiricilarin yararlanabilmesi için hiçbir seye el sürülmemesinin önemini bir iki sayfacik anlatir.
Bu olaydan bir ay sonra Beyoglu'nda Halil Suri adinda Hiristiyan bir Arap evinde asili olarak bulunur. Halil Suri, dönemin önemli kisileriyle sIkI ancak karisIk iliskileri olan, zengin bir adamdir. Olay ilk önce intihar sayilir. Bu olasiligi belirttikten sonra Hace-i Evvel'imiz kalemi eline alip tam bes sayfa intiharin ne kadar kötü bir eylem oldugunu anlatir ve sonunda "konu hakkinda daha çok sey yazilabilir.. ama biz simdilik bu kadarini yeterli bulduk" der! Olay yine Osman Sabri'ye havale edilir. Dedektifimiz, bu kez bilimin de yardimiyla olayin intihar degil cinayet oldugunu ortaya çikarir. Bilimin katkisi doktorlarin tanisiyla gerçeklesmistir. Pek dogal olarak Efendi Babamiz yine sazi ele alir; tip biliminin çok gelistigini; dallara ayrildigini; artik bir doktorun bütün hastaliklardan anlayamayacagini anlatip, bagimsiz bir tip dali olan adli tibbin önemini vurgular.
Olaylarla, romanda anlatici olarak gördügümüz bir gazeteci de ilgilenmektedir, ancak Osman Sabri'den pek bilgi alamaz. Ama gazetelerde adinin anilmasindan ve övülmekten pek hoslanan Beyoglu mutasarrifi Mecdalettin Pasa, tanistigi gazeteciye, Osman Sabri'nin kendisine sundugu raporu bütün ayrintilariyla açiklar. Bereket versin gazetecimiz sorumluluk sahibidir(!), Osman Sabri'nin iznini almadan bu bilgileri yayimlamaz ve aralarinda bir dostluk kurulur.
Osman Sabri Efendi, iki cinayet arasinda bir bag oldugunu kesfeder. Öldürülen kizin elbisesindeki bir etiketten, elbiseyi diken terziyi bulur, ondan da elbisenin Hediye Hanim Konagi'nda dikildigini ve parasinin Halil Suri tarafindan ödendigini çikarir. Bu bilgiler bizi romanin renkli kisilerinden Hediye Hanim'a götürür... Hediye Hanim 35-40 yaslarinda, kocasinin gelirine göre çok lüks bir hayat yasayan bir kadindir.
Olaylari aydinlatmak için kararli olan dedektifimiz, gazeteciden yardim ister ve müstereken bir plan uygularlar. Osman Sabri bir ak hadim olan yardimcisi Köse Necmi bohçaci kadin kiligina girip, söz konusu konaga gider ve Osman Nuri'nin tanidigi bir kuyumcudan ariyet olarak aldigi elmaslari çok ucuza satar gözüküp, Hanim ile dostlugu ilerletir. Bu arada da dedektifimizin Mutasarrif Pasa'ya kafa tutup kendini azlettirirdigini duyan ve korkan kuyumcu geçici olarak verdigi elmaslari geri ister. Osman Sabri veremeyecegini, isterse kendisini Mutasarrif Pasa'ya sikayet etmesini söyleyerek kuyumcuyu kizdirir. Kuyumcunun sikayeti üzerine de Pasamiz büyük bir keyifle Osman Sabri'yi tevkif ettirir ve gazetecilere onu küçük düsürecek beyanlarda bulunur.
Halbuki Osman Sabri'nin amaci olayin mahkemeye intikalini saglamaktir; mahkemede gazetecimiz ve Köse Necmi'nin tanikligi ile cinayetleri aydinlatmak gayesiyle elmaslari Hediye Hanim'a gönderdigini yargiçlara anlatir ve Hediye Hanim'in sorgulanmasini saglar. Bu arada Köse Necmi, Mecdalettin Pasa'nin Hediye Hanim'a yazdigi bir mektubu da ele geçirmistir. Pasa da mahkemeye gelip ifade vermek zorunda kalir. Hediye Hanim sIkIsInca, Öreke Tasi'nda ölü bulunan kizin kendi evlatligi olan Peri adli bir kiz oldugunu kabul eder ve onu Halil Suri'yi sevdigi için, Peri'ye deli gibi a$ik olan Kalpazan Mustafa adli bir kisinin öldürdügünü ve sonra da Halil Suri'yi öldürmesinin mümkün oldugunu ifade eder. Osman Sabri, Hediye'nin verdigi ifadeye inanmaz ve merkezi hükümetin verdigi emirle görevine döndügünden ve artik Mecdalettin Pasa'dan da bir tehlike gelmeyeceginden gerçegi bulmak için çalismaya baslar.
Polisiyenin kurallari...

Qayd etilgan


Ansora  04 Yanvar 2011, 17:44:58

Ancak, Efendi Babamiz, buraya kadar pekala ilginç bir polisiye roman niteligini basariyla koruyan yapitini, bundan sonra kendi eliyle yok eder.Tefrika mi çok uzamistir, Ahmet Midhat Efendi mi sIkIlmIstir bilinmez ama; bir polisiye romanda yapilmamasi gereken bir hatayi yapar. Polisiye roman meraklilarinin bildigi bir hususu burada hatirlatalim. Polisiye roman yazmanin olmazsa olmaz bazi kurallari vardir. Bunlari ünlü polisiye roman yazari S. S. Van Dine 1928'de yirmi madde halinde toplamistir. Bu kurallarin en önemlisi de "Suçlunun kim oldugu, durup dururken yapilan bir itiraf ile degil; kanitlar incelenip, taniklar dinlenip, bir dizi çikarsama yaptiktan sonra belirlenmelidir" der.
Ahmet Midhat Efendi'nin yazdigi bu ilk polisiye roman; yukarida degindigimiz zaafina karsin yine de ilginç özelliklere sahiptir. Bir kere Edgar Allen Poe ve onu izleyenlerin; olaylarin toplumsal yönleriyle hiç ilgilenmeyip, sirf analitik çözümleme ile muammayi halletme seklindeki geleneksel polisiye roman çizgisinden epeyi uzak bir yapittir. Daha çok Gaboriau'nun basini çektigi; melodram ögelerine öncelik veren; kahramanlarini sosyal ortamlarindan soyutlamayip aksine toplumsal ögeleri öne çikaran bir yapidadir.
Sefih ve dalavereci bir mutasarrif, dönemin adliye örgütünün eksiklikleri, bu bozukluklarin dürüst ve görevine bagli Osman Sabri'nin isinden atilmasina neden olan sonuçlari romanda açikca belirtilmektedir. Bir üst yöneticinin suçlularla isbirligi yapabilecegini ilk kez bu romanda görüyoruz. Tabii bu arada Efendi Babamiz, söz konusu toplumsal elestirilerini yaparken; egemen güçlerin hismini üstüne çekmemek için kendine özgü tavriyla araya girip sevgili karilerine söyle der:
"Okurlarimiza ihtar etmeliyiz ki Öreke Tasi cinayetinin ortaya çiktigi dönemlerde simdiki mahkeme usulleri ve mahkemelerin düzenlenmesi ve bugünkü adliye örgütü yoktu. Son dönemdeki adli alandaki gelismeler ve yeni adliye örgütü; özellikle velinimetimiz, reformcu Padisah Efendimiz Hazretleri'nin basarilari kapsamindaki islerdendir ki; bu devleti, bu ülkeyi yeniden yaratircasina basardiklari bunca önemli reformlar arasinda; kamu güvenligi açisindan en yararli olanlardan birisi de yeni adliye düzenlemeleridir."
Esrar-i Cinayat romaninin bir önemli özelligi daha vardir. Bu satirlarin yazari, Paul Fesch'in Abdülhamid'in Son Günlerinde Istanbul adli kitabini(3) çevirirken; gözüne dönemin basin hayatini anlatan bölümde su satirlar çarpti:(4)
"Kavgaci Hayal gazetesinin kapatilmasi; olaylari ve hükümetin davranislarini kontrol etmeye devam eden; elestiri ve kinamalarini ondan esirgemeyen basini korkutmamisti. Hücumlari çogu zaman dogru amaçlara yönelik oluyordu ve basinin elestirilerinin en yüksek makamlarca dinlenip kabul edilmesi de hiç ender rastlanan bir olay degildi. Bunu kanitlamak için bir örnek yeterlidir: Dönemin Beyoglu mutasarrifi yüz kizartacak kadar sefih bir hayat yasiyordu. Bugünlerde de çikan bir gazete; Tercüman-i Hakikat; onu adam edebilmek için bir girisimde bulundu. Kahramanlarindan biri tipki tipkisina Beyoglu mutasarrifina benzeyen bir tefrika roman yayinina basladi. Bu yüksek görevli memur tefrikada çok ustaca tasvir edilmisti. Hayatinin bütün çirkef yanlari göz önüne seriliyordu. Kamuoyunun gücünde gülünç duruma düsen mutasarrif, kurnaz tefrikacinin açiga çikardigi utanç verici durumdan kurtulmak için ülkeden Avrupa'ya kaçmak zorunda kaldi."
Yazarin bu satirlarinda söz konusu ettigi zaman, II. Abdulhamid'in saltanatinin ilk yillaridir. Bu yillarda Tercüman-i Hakikat gazetesinde tefrika edilmis ve kahramanlarindan biri de Beyoglu mutasarrifi olan tek roman ise size yukarida anlattigimiz Esrar-i Cinayat'tir. Türkçedeki ilk polisiye roman türünde ilkligi yaninda; görevini kötüye kullanan bir üst görevliyi de açiga çikararak ülkeden kaçmasina neden olmak gibi bir baska islevi de üstlenmesi gerçekten ilginç bir rastlantidir ve 1883 yilinin sefih ve mürtekip Beyoglu mutasarrifi, tipki romandaki Mecdalettin Pasa gibi Avrupa'ya kaçmak zorunda kalmistir.

_______________________
3. Paul Fesch, Abdülhamid'in Son Günlerinde Istanbul, Istanbul, 1999. Pera Yayinlari.
4. Paul Fesch, Constantinople aux derniers jours d'Abdul-Hamid, Paris, 1907, s. 38.

Erol Üyepazarci

Qayd etilgan


Ansora  04 Yanvar 2011, 17:53:48


POLİSİYE’DE TÜRK DEDEKTİFLER

Amanvermez Avni (Osmanlı Polis Hafiyesi) — Yazarı Ebüssüreyya Sami

Albay Haki (Gizli Polis Teşkilatı Şefi) — Yazarı Eric Ambler

Badik Hilmi — Yazarı R. Cahid

Başkomiser Nevzat Çiçekçi —Yazarı Ahmet Ümit

Burçak Veral (Bar İşleten Entelektüel Delikanlı Travesti) — Yazarı Mehmet Murat Somer

Can Davetçi (Entelektüel Bir Polis Şefi) — Yazarı Ender Sevinç

Cem Beyoğlu (Özel Dedektif) — Yazarı Nihan Taştekin

Cingöz Recai (Hırsız) — Yazarı Server Bedii Takma Adıyla Peyami Safa

Muhabir Ece (Gazeteci) — Yazarı Nihan Taştekin

Evan Taner (Türk Polisi) - Yazarı Lawrence Block

Fakabasmaz Zihni ( Dedektif) — Yazarı Hüseyin Nadir

Ferit Pamir (Gazeteci) - Yazarı Eşref Bağrım

Francis (Kedi Dedektif) — Yazarı Akif Pirinççi

Haldun Kurter (Emekli Komiser) - Yazarı Yıldırım Üçtuğ

Qayd etilgan


Ansora  04 Yanvar 2011, 17:54:29

Kemal Aslan (Kgb Casusu) - Yazarı Cengiz Abdullayev

Kemal Kayankaya (Özel Dedektif) — Yazarı Jacop Arjouni

Kıskaç Hamdi - Yazarı Yavuz Turgut

Komiser Atakan (Polis-Psikolog) - Yazarı Mehmet Söztutan

Komiser Ceyda — Yazarı Müzeyyen Yılmaz

Komiser Çetin İmken - Yazarı Barbara Nadel

Komiser Agnes Hatice Kemahlıoğlu — Yazarı Erdal Erkut

Komiser Cemal Bozkurt — Yazarı Muvaffak Akman

Metin Çakır (Kadın Satıcısı ) - Yazarı Armağan Tunaboylu

Murat Davman (Detektif İle Ajan Arası Bir Gazeteci) — Yazarı Ümit Deniz

Nahit Sami (Türk Arsen Lüpin'i) - Yazarları E. Ali Ve S. Sadi

Orhan Çakıroğlu - Yazarı Murat Akdoğan

Orhan Demir (Özel Dedektif) - Yazarı Sadık Yemni

Osman Sabri Efendi (Beyoğlu Sorgu Yargıçlarından) — Yazarı Ahmet Mithat Efendi

Remzi Ünal (Özel Dedektif) — Yazarı Celil Oker

Rüzgar Kızıldeniz (Arkeolog) - Yazarı Ayşe Akdeniz

Qayd etilgan


Ansora  04 Yanvar 2011, 17:56:20

Sarp Sapmaz (Kimyager) - Yazarı Sadık Yemni

Sinan Dorukan (Özel Dedektif) — Yazarı Hakan Karahan

Suat Erez (Özel Dedektif) - Birol Oğuz Adını Kullanan İngiliz Yazar Brunel Hawes

Yağız Balcı (Cinayet Masası Başkomiseri) - Yazarı Cüneyt Ülsever

Yılmaz Ali (Polis) - Yazarı Vala Nurettin

Uzay Polisi Kim Kessler -Yazarı Cenk Eden

Cıva Necati, Çekirge Zehra, Ele Geçmez Kadri, Kara Hüseyin, Kan Dökmez Remzi, Kartal İhsan, Pire Necmi, Şeytan Hadiye, Tilki Leman gibi polisiye macera kahramanlarımızı da anmadan geçmek olmaz.

Qayd etilgan


Ansora  20 Yanvar 2011, 18:09:31

İNSANLAR NEDEN DEDEKTİF ROMANLARI OKURLAR?

Yıllardır dedektif romanlarından söz edildiğini duyarım. Aşağı yukarı tanıdığım herkes onları okuyor ve bu kitaplar hakkında içine dahil olmayı başaramadığım uzun tartışmalar yürüyor gibi. Bana hep Woodrow Wilson’dan W.B. Yeats’e kadar çağımızın en ciddi kamusal figürlerinin çoğunun bu kurgu biçiminin tutkunu olduğu anımsatılır. Pek hoşuma gitmeyen birkaç Chesterton hikâyesi dışında, Sherlock Holmes’un erken dönem taklitçilerinden bu yana dedektif romanı okumamıştım. Okuduğum taklitçi, Düşünen Makine adında bir karakter icat eden ve bu karakter hakkındaki öykülerinin ilk cildini 1907 yılında yayımlayan merhum Jacques Futrelle idi. Oniki yaşımda bu edebiyat biçiminden sıkıldığımı hissetmeye başlamış, Sherlock Holmes’un beni büyülemesine karşın, Düşünen Makine’den sıkılmış ve onu terk etmiştim.

Kısa bir süre önce değişik popüler kitap türlerini örneklemeye başladığımdan beri, üretim hacmiyle baş etmek için kitap dergilerinin özel editörler istihdam etmek zorunda kaldıkları bir ölçekte üretilen ve olağanüstü popülerleşen bu kurgu türünün örneklerini incelemem gerektiğini düşünüyordum. Okuduklarımın ortalamanın üzerinde kitaplar olacağından emin olmak için, mütehassısların özellikle saygı duyduğu yazarların yeni kitaplarını bekledim. Rex Stout’un Nero Wolfe öykülerinin son cildi Not Quite Dead Enough (Yeterince Ölü Değil) kitabıyla işe başladım.
Bulduğum şey beni oldukça şaşırttı ve hevesimi kırdı. Kitabın, aşağı yukarı kırk yıl önce Jacques Futrelle’in ürettiğinden daha büyük bir sadakatla eski Sherlock Holmes formülünü yeniden ürettiğini gördüm. Her şeyden önce başkalarıyla kıyas kabul etmez, emsalsiz bir özel dedektif vardı. Kokain ve viyolin müptelası olmasına karşın, her daim entelektüel yetenek ve dehasını kullanmaya hazır olan Holmes gibi, Nero Wolfe da, üstün zekâlı, resmi ve törensel davranışlara meraklı bir adamdır. Kinayeli konuşma ve egzantrik alışkanlıkları olan dedektif, orkide yetiştirme ve gurme yemeklerin müptelasıdır. Kahramanın yanında da ona hayran olan çömezi vardır. Azıcık kalın kafalı Scotland Yard müfettişi Lestrad, karşımıza Polis Departmanı’nın şaşkına dönmüş, enerjik müfettişi Müfettiş Cramer olarak karşımıza çıkar. Aşağı yukarı tek fark, ince ve hareketli bir adam olan Holmes’un yerine, Nero Wolfe’un şişman ve uyuşuk bir adam olmasıdır. Canileri intihar etmeye zorlamaktan hazzeden Holmes’un aksine Wolfe onları adalete teslim etmekten hoşlanır. Thirty-fifth Street West’in uzak köşelerindeki evinde kendisine daima eşlik eden birası ile koltukta sadizmin tadını çıkaran Nero Wolfe’un sessiz geceleri ve zengin yemeklerinden hoşlandım. Rex Stout’un kitabını oluşturan iki öykü Not Quite Dead Enough (Yeterince Ölü Değil) ve Booby Trap (Bubi Tuzağı) beni hayal kırıklığına uğrattı. İki öykü de, alışılagelmiş öykülerden daha kısaydı. Bu öykülerde büyük dedektif, ordu için ciddi bir askeri eğitimden geçtiğinden dikkatini asıl mesleğine veremiyordu. Bu nedenlerle sözünü ettiğim öykülerin, yazarın bu türde verdiği örneklerin en iyisi olmayabileceği sonucuna vardım. The Nero Wolfe Omnibus (Bütün Nero Wolfe Öyküleri) kitabında yer alan, daha önce yazılmış iki öyküyü de okudum: The Red Box (Kırmızı Kutu) ve The League of Frightened Men (Korkmuş Erkekler Cemiyeti).


Qayd etilgan


Ansora  20 Yanvar 2011, 18:09:52

Her iki öykü de bana umut ettiğim heyecanı vermekten uzaktı. Daha sonraki hikâyeler yarım yamalak ve derinlikten yoksun ise, bunlar da karman çormandı. Öyküler hiçbir yere ulaşmayan ve hikâyede gerçek hiçbir işlevi olmayan bölümlerle doluydu. Sherlock Holmes’a dönüp baktığım zaman Nero Wolfe’un orijinalinin ne kadar uzak ve soluk bir kopyası olduğunu gördüm. Conan Doyle’un eski hikâyelerinde mizah, şık at arabalarının masalsı şiiri, Londra’nın kasvetli kulübeleri ve yalnız taşra malikâneleri vardır ki, Rex Stout’un öykülerinin arka planını oluşturan modern New York’ta bunları taklit etmesinin yolu yoktur. Sürprizler bile orijinal metinde daha eğlencelidir; Sherlock Holmes’da en azından tavanı aşağı inen bir yatak odanız, hizmetkârların zilinden aşağı inen eğitimli bir yılanla karşılaşırsınız. The League of Frightened Men (Korkmuş Erkekler Cemiyeti) adlı öyküde zeki akıllıca bir psikoloji numarası kullanılsa da — gizemli sorunun cevabı genellikle ne beklenmedik ne de hayal mahsulüdür. Birkaç tane eğilmiş paslı çivinin altındakini bulmak için, talaş yutarak çok sayıda sandığı açmak zorunda olduğum hissine kapılmaya başladım. Dedektif romanlarının, romanın tanıtım ve değerlendirme yazılarını hazırlayan eleştirmenlerin gizemin çözümünü kamuya açıklamasını yasaklayan gelenekten yararlanarak haksız kazanç sağladığı gibi beni dertlere sevk eden bir inanç beslemeye başladım. Bu gelenek hem kurgunun önemli bir bölümünün anlamsızlığının gizlenmesine yarıyor, hem de dedektif romanı yazarlarının başka hiçbir türün yazarına nasip olmayan türden bir korumadan yararlanmasını sağlıyor. Sırrın açığa çıkacağı beklentisiyle gerilim yaratmak zor değildir; ama okurda beklediğine değdiği hissini uyandıracak kadar dâhice, pikaresk ya da eğlendirici bir suç işleme yolu bulmak için biraz yetenek gereklidir. Rex Stout’un yanlış izler, ipuçları ve bitmek tükenmek bilmeyen sapmalarla gizlediği asıl sır, ancak kitabın son bölümünün boşluklar bıraktığı anlaşıldığında ölçeği kavranabilen hayal gücü yoksunluğudur.

Qayd etilgan


Ansora  20 Yanvar 2011, 18:10:07

Uzmanlar, devam ettirilen Doyle geleneğinin, dedektif romanının yaygınlaştığı on yıllar boyunca dedektif romanı janrında yapılanların hepsini veya türün en iyilerini de kapsamadığı düşüncesindedirler. Bulmaca içeren dedektif romanları da vardı; bana bu türün Agatha Christie’nin öykülerinde yaratıcılığın doruklarına ulaştığı yönünde güvence de verilmişti. Böylece Agatha Christie’nin Death Comes As the End adlı yeni kitabıyla beni oyuna getirdiğini itiraf etmeliyim. Katilin kim olduğunu tahmin edemiyor, kitabı okumaya ve katili tahmin etmeye teşvik ediliyordum. Kitabın sonunda katilin kim olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Ama Agatha Christie’den hiç hoşlanmadım, umarım hayat boyu onun bir kitabını daha okumak zorunda kalmam. Bu noktada muhtemelen Death Comes As the End kitabında anlatılan öykünün MÖ 2000 yılında Mısır’da geçtiğini ve kitabın yazarın tipik eserlerine tam da benzemeyen Lloyd C. Douglas türü bir tadı olduğundan da bahsetmeliyim kuşkusuz. ("œGüneşin altında kayığın içine kucağında küçük Teti ile serilip uzanırken, Nil üzerinde beraber yelken açmak, balık tutmak ve gülmek için Khay yoktu artık.") Yazım tarzının aşırı duygusallığı ve bayağılığı, kitapları okumayı edebi açısından imkânsız hale getiriyordu. Sırf sorunun çözüldüğünü görmek için baştan sona bu tür bir kitabı okuyamazsınız. İkiboyutlu bir evrende bile kendi başlarına var olmalarına izin verilmeyen, kitabın hangi bölümünde ya da zaman çizelgesinin hangi dakikasında olduğunuza bağlı olarak güvenilir veya tekinsiz görünmesi, kuşku uyandırmak için yapmacık davranması gereken karakterlere ilgi duyamazsınız. Anlatılan suç öykülerinde karakterler geliştirmeye çalışan ve belli bir tarzda Nero Wolfe ve Archie Goodwin karakterlerini yaratan Bay Stout’un durumunda, bunu oldukça rahatsız edici bulmuştum. Ama Mrs. Christie Mr. Stout’tan daha uzmanlaşmış olduğundan ve çözülmesi gereken bulmaca üzerinde daha az zaman harcaması gerektiğinden, insanı alakadar eden öyküleri ya tümüyle bertaraf etmek ya da metni bu öykülerin oldukça tatsız parodisiyle doldurmak zorunda kalıyor. Yeni romanında gerilimin üç aşamasında kendisine yarar sağlayacak kuklalar üretmek zorunda: ilk önce kimin öldürüleceğini, daha sonra kimin cinayetleri işlediğini, son olarak da kadın kahramanın iki adamdan hangisiyle evleneceğini önceden kestiremiyor olmanız gerekli. Bütün bu oyunlar, sihirbazın dikkatinizi kartlardan uzaklaştırmak için kullandığı garip ve gereksiz el hareketlerine benziyor. Oyunlar, bir sihirbazlık gösterisi gibi sizi hafifçe şaşırtıp, hafifçe eğlendirebilir. Ama Death Comes as the End gibi bir gösterideki konuşmalar sürekli sıkıcı ve bir kâğıt oyununun zarafetinden yoksundur.

Qayd etilgan


Ansora  20 Yanvar 2011, 18:10:24

Edebiyatın çok sayıda kişinin ilgisini çekiyor gibi gözüken bir alanına haksızlık edebileceğimden korkarak, Alexander Wollcott’un "œAmerika’nın ürettiği en iyi dedektif romanı olarak nitelendirdiği" ve yayımlanmasından itibaren Dashiel Hammett’in Jimmy Durante’nin deyimiyle "œentelektüellerin baş tacı" olmasına yol açtığı için bu alanın klasiklerinden biri olduğunu varsaydığım Malta Şahini’ni okudum. Ama 1930 yılında neyi baş tacı ettiklerini düşündüklerini anlamak zordu doğrusu. Mr. Hammett, Pinkerton dedektifi olarak gerçek bir deneyimin avantajına sahipti. Hammett, Sherlock Holmes’un eski formülü ile gangesterlere ilgi duymanın moda olduğu günlerde okurların yeni bir biçimde ürpermesini sağlayan yeraltı dünyasının soğuk zulmünü kaynaştırmıştı. Ama bunun ötesinde, öyküye hayali bir yaşam kazandırma becerisinden yoksundu. Yazar olarak yeri, Rex Stout’un mertebesinin de altındadır, tıpkı Rex Stout’un James Cain’in altında olduğu gibi. Malta Şahini, her gün günümüz gazetelerinde güçlü çene yapılı kahraman ile kaşarlanmış güzel maceraperest kadının iniş ve çıkışlarla dolu maceralarını izlediğiniz çizgi dizilerin pek de üstünde görünmüyor.

Dedektif romanının T.S. Eliot ve Paul Elmer More’un hissettiği ve benim hissetmeyi başaramadığım büyüsü nedir? Hayal gücü ile dolu bir kurgu eseri olarak bana tümüyle ölü gibi gözüken bir tür bu. Graham Greene’ın hayranlarının iddia ettiği gibi, casus romanları şiirsel olanaklarını ancak şimdi gerçekleştiriyor olabilir; psikolojik dehşet duygusunu sömüren cinayet romanları ise tümüyle farklı bir konudur. Ama gerçek anlamıyla dedektif öyküsü en iyi ürünlerini ondokuzuncu yüzyılın sonunda vermiştir. Edgar Allan Poe’nun mantıksal çıkarsama yoğunluğunun bir kısmını M. Dupin’e aktardığı, Dickens’ın sunduğu gizemleri toplumsal ve ahlaki önem taşıyan konularla zenginleştirdiği, sırrın çözümünün cidden söylemek istediği bir şeyin dışavurumcu sembolü olduğu bu dönemden sonra dedektif romanı gerilemeye başlamıştır. Yine de dedektif romanı okur üzerindeki etkisini korumuş, hatta iki dünya savaşı arasındaki yirmi yılda öncesinden daha da popüler hale gelmiştir. Bu durumun ciddi bir nedeni olduğuna inanıyorum. Bu yıllarda dünya, her şeye işleyen yaygın bir suçluluk duygusu ve sorumluluk sahibini nihai olarak saptamak mümkün olmadığı için kaçınılması imkânsız gibi gözüken ve her an gerçek olabilecek bir felaket korkusunun egemenliğindeydi. İlk günahı kim işlemişti ve bir sonraki günahı işleyecek olan kimdi? Romanlarda ikinci cinayet daima beklenmedik bir anda, soruşturmanın devam ettiği bir noktada işlenir; Nero Wolfe’un öykülerinin birinde cinayet tam da büyük dedektifin ofisinde işlenir. Herkes şüphelidir ve caddeler kime sadık olduğunu bilemediğimiz pusuda ajanlarla doludur. Hiç kimse suçsuz değildir; hiç kimse güvende değildir; sonuçta katil saptandığında hissedilen duygu rahatlamadır — ne de olsa katil sizin ya da benim gibi normal bir insan değildir. Katil, meslek erbabının "œGeorge Gruesome" olarak tanıdığı kötü kahramandır. Katil, yanılması imkânsız bir Güç, suçun kimin üzerinde kalması gerektiğini çok da iyi bilen mağrur ve her şeyi bilen dedektif tarafından yakalanmıştır.

(Edmund Wilson, A Literary Chronicle: 1920-1950, 1952)
Edmund Wilson imzalı bu yazı, Mart 2005 tarihli Kitap-lık dergisi sayı 81’de İdil Eser çevirisiyle yayınlanmıştır.

Qayd etilgan