İSKENDER PALA  ( 36914 marta o'qilgan) Chop etish

1 2 3 4 5 6 7 B


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:45:42

Üstat, ihtimaldir ki bu dizeyi içindeki hüzünlere bir sitem için dillendirip felekten şikâyet eylemiştir. Bu durumda dizenin yorumunda (bir önceki isyanın aksine) bir merhamet hissi öne çıkacaktır. Hani insan fakir olabilir, mümkündür; ama padişahçasına bir fakir olmak, çok daha kahredici olmalıdır. Çünkü padişahın fakirliği para pul hesabıyla değil, sevgi ve ilgi azlığıyla ölçülür. Kişinin hem padişah, hem fakir olması elbette tenakuzdur. O halde şair fakrın yönünü değiştirmiş olmalı ki onu somuttan soyuta yükseltebilsin. Böyle bir fakirliği de Allah kimseye vermesin!..

Belki de üstat bu dizede, insanlara şairaneliğinin gücünü hatırlatmakta ve şiir vadisindeki müstesna duruşuyla kendini bir sultan hissettiğini, böylece maddi fakirliğinin verdiği burukluğu kapatacak bir teselli yolu bulduğunu söylemektedir. Belki de "Ey bana tepeden bakan nadan! Ben gerçi maldan mülkten zengin değilim; ama sözden ve manadan yana öyle bir sultanım ki ihtişamıma değme padişah erişemez!" demeye çalışmaktadır.

Bütün bunlar bir yana, ben zannediyorum ki üstadın "Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem" demekten asıl maksadı, padişahlığa tercih edilebilecek bir fakirlik övgüsünü bize tanıtma gayretidir. Çünkü "fakir" kelimesini Efendimiz'in "el-Fakru fahrî! (Fakirliğim övüncümdür / Fakirliğimle övünürüm)" hadisinden ödünç aldığını (iktibas ettiğini) düşünüyorum. Bu durumda dizenin anlamı aşağı yukarı "Ben fakirlikte padişahlık bulmuşum, maddeye karşı fakirleştikçe manada sultanlık yaşarım; dünyayı tıpkı dilenciler gibi bir lokma kabul ettiğim içindir ki manevi hayatım muhteşem bir zenginliğe sahip!.." mealine bürünecektir. Böyle bir fakir için malın mülkün, dünya nimeti ve imkânlarının ne önemi olabilir ki!?.. Sayısız hanları olsa sevinmez, sayısız hamamları elden çıksa üzülmez... Ruhunda sultan gibi yaşayanın elinde dilenci kâsesi olmuş, ne gam!.. Gönlünde sultan olanın hanesi tamtakır olsa ne keder!.. Sultan ki gönül evindeyse başka zenginlik ne hacet!..

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:46:01

Gönül sultanı dilencisine (Gani olan, fakir olana) dese ki, "Ben olmasam ve her şey senin olsa, sen hiçbir şeye sahip değilsin!.. Ben olsam ve hiçbir şeyin olmasa, sen her şeye sahip değil misin?" Dilenci gönül sultanına (fakir olan, Gani olana) dese ki: "Sen olsan da isterse hiçbir şeyim olmasa!.. Her şeyim olmasa da, yeter ki sen olsan!.." Rabiatü'l-Adeviye ne diyordu: "İlahî!.. Sen dost ol da isterse bütün âlem düşman olsun bana!.."

Fakirliğe tahammül, zenginliğin nimetine şükürden daha kolaydır. En azından fakirlik insanı yoldan çıkarmaz, ama zengin olup da nefsinin azgınlıklarına hâkim olabilen babayiğit az görülür. Atalar, "Allah az verip bezdirmesin; çok verip azdırmasın!" sözünü boşa dememişlerdir. Cennetin yolları hep bedavadır da, cehennemi nedense parayla satın alırız. Önemli olan zengin olup fakir gibi yaşayabilmektir.

Allah size saraylar, kaşaneler versin de o saraylarda bir fakir kul gibi yaşayın! Çünkü insanoğlu dünyada fakirden de fakirdir ve fakirlik idrakiyle kulluğunu devam ettirdikçe eşref-i mahlukattır. Oysa fakirliğini terk edip zenginliği elde ettiği ve içselleştirdiği zaman Karun veya Nemrut olma tehlikesi vardır.

Canına rahmet Fuzulî, ne güzel söylemişsin: Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem.

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:49:24

İnsan bir kere sevmeye görsün


Her ne vakit gurbete gitsem ve özlemle yeniden İstanbul'a dönsem, içimden hep Hacı Bayram dilinden şu mısralar geçer. "Nâgehân bir şâra vardum / Ol şârı yapılur gördüm / Ben dahi bile yapıldum / Taş u toprak âresinde". Bu şehir insanı tam da kalbinden yakalıyor galiba, mekân ruhumuza şekil veriyor.

Şu İstanbul'da benimle aynı duyguyu paylaşan kaç milyon insan yaşadı kim bilir. Söz gelimi Busbecq daha XVI. yüzyılda "İstanbul Allah'ın özenerek yarattığı bir şehir. Öyle bir mevkide kurulmuş ki, bundan daha güzel, daha uygun bir yer düşünülemez." derken acaba bu şehirden nasıl ayrılıp gitti?!.. Çünkü zannederim bu şehre bakarken bir imparatorluk görmüş, o heybetle seyretmiş olmalı. Tıpkı şimdi bizim bakarken gördüğümüz gibi.

Boğaziçi Köprüsü'nden her geçişte iki yana bakar ve iç geçirerek "Allah'ım inşallah bu şehre hiç nazar değmesin!" diye yakarırım. Geçen yüzyılda Alphonse de Lamartine bir dostuna yazdığı mektubunda "Dünyaya yalnız bir kere bakmak zorundaysan sadece İstanbul'a bak!" diyor. Onu anlayabiliyorum. Avrupa ile Asya arasında bir sınır gibi çizilen lacivert yolda birkaç dakikalık seyir bile bu şehrin ruhunu anlamanıza yeter çünkü. Şehir olma ruhu buradan hiç kaybolmasın diye İstanbul'dan "kent" diye bahsedenlere hep muğber olmam da bu yüzden.

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:49:41

İstanbul'un fethini takip eden günlerde Aynî mahlaslı bir şair "Şehr-i a'zam kim binası gerçi mâ u tîndedir / Ya onun üstündedir cennet yahut altındadır / Bu haber kim söylenir hem zahir ü batındadır / Revnakı bu kâinatın şehr-i Kostantin'dedir (Bu ulu şehrin temeli -tıpkı insan gibi- su ile çamurdan yoğrulmuş. Cennet olsa olsa onun ya altındadır, ya üstünde... Herkesin gizli, açık, dilden dile söylediği bir gerçektir ki bu cihanın en güzel yeri İstanbul şehridir)" buyurmuş. Aynı duyguyu bu sefer bir yabancı, Napolyon, tam dört yüz yıl sonra "Dünya eğer tek bir devlet olsaydı, başşehri İstanbul olurdu." şeklinde dillendirmiştir. Öte yandan XVIII. yüzyılın şen şakrak şairi Nedim "Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü bahâdır / Bir sengîne yekpâre Acem mülkü fedâdır (Bu İstanbul şehri eşi benzeri olmayan bir şehirdir; öyle ki, bütün yabancı ülkeleri toplasanız onun bir tek taşı etmez.)" dedikten sonra "Kâlâ-yı maarif satılır sûklarında / Bâzâr-ı hüner ma'den-i ilm ü ulemâdır (Çarşılarında bilgelik kumaşı satılır, hüner pazarı kurulur... Toprağı ilim ve ulema ocağıdır)" buyurur. Sonra dayanamaz, "Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında / Hurşîd-i cihântâb ile tartılsa sezâdır (İki denizin arasında bir inci ki, terazinin bir kefesine bu inciyi, diğerine güneşi koysanız layıktır)" diye haykırır. Bugün elimizde ne Nedim kadar bu şehri seven İstanbullular kaldı, ne de marifet çarşılarında bilgelik kumaşının satıldığı o İstanbul. Peki ama Nedim eğer İstanbul'un bu halini görseydi hangi teşbihleri yapar, neler söylerdi? Hâlâ eski fikrinde olur muydu? Zannetmiyorum. Ama yine de övecek ve sevecek çok yerini bulurdu. Söz gelimi eğer Boğaziçi Köprüsü'nü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü akşam kızıllığında görseydi, bir yanda beyaz, diğer yanda kırmızı ışıklar ile inci ve yakutu yan yana dizdiği gerdanlıklardan başlayıp herhalde yüzük kaşına, iki kıtanın kulağındaki küpeye ve daha kim bilir hangi mücevherlere benzetirdi. Işıl ışıl bir fanusa alınmış gibi duran Boğaçizi'nin gece manzaralarını nasıl yıldız yıldız tanımlardı kim bilir?!..

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:50:48

Bugün artık Nedim devrindeki gibi bir İstanbul'umuzun olmayacağı aşikâr; ama hiç olmazsa bu İstanbul'un güzelliklerini dile getirecek bir Nedim'imiz olsaydı. Çünkü o bizim her çağda "Aziz İstanbul"umuzdur. Ne yapsak, ne etsek onsuz olamayız. Hatta gittiğimiz her yere onu içimizde götürürüz. Ümit Yaşar'ın dediği gibi: "İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım / Nereye gidersen git, orada İstanbul"

ŞEHİR VE KÜLTÜR: İSTANBUL

Keşke her şehrin bu isimde bir kitabı olsa: Şehir ve Kültür: Ankara, Şehir ve Kültür: Erzurum, Şehir ve Kültür: Uşak... O şehir hakkında eli kalem tutanlar yazılar yazsalar. Bu yazılar o şehre ilişkin tarih olsa, estetik olsa, edebiyat olsa, mimari olsa, sanat olsa, sosyoloji olsa, turizm olsa, yemek olsa, ticaret olsa, olsa... olsa... Sonra da bu kitaplar o şehrin okullarındaki öğrencilere ücretsiz dağıtılsa, okutulsa, üniversitelerinde ders olarak işlense. Kuşaklar da böylece yaşadıkları mekânların farkına varsalar. Farkına varsalar da kimliklerindeki hamurun tuzunu keşfetseler. İstanbul'daki kırkı aşkın üniversitede ders kitabı olarak okutulmak üzere hazırlanan "Şehir ve Kültür: İstanbul", bütün bunları iki kapak arasında toplayan seçkin bir çalışma. Emeği geçen herkese teşekkür gerekiyor. Bilhassa Ahmet Emre Bilgili'ye...

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:51:31

Bir yeni yıl rüyası


İstedim ki yeni yılı kitapla açalım ve önümüzdeki bir yıl içinde hayatımızın akışını değiştirecek bir karar için kitapla olan ünsiyetimizi geliştirelim.Önce bir rüya görelim ve düşünelim ki bir kitap dostuyuz!..

Olamaz mıyız? Yok, hemen olumsuz düşünmeyin. Belki o dostluktan kazancımız olur. O halde gelin ilk adımı biz atalım. Bir kitap, bir kitap daha, bir kitap daha... Alarak, okuyarak, hediye ederek... Israrcı ve kararlı olmamız için sebeplerimiz var. Bizi daha bilgili, daha kültürlü görmek isteyen çocuklarımız, çevremiz, dostlarımız var.

İkinci aşamada bir yakınımızı, bir tanıdığı kitap dostu yapmak için niyet taşıyabiliriz. Söz gelimi bir yıl boyunca topluca kitaplar okuyabilir, dostlarımıza kitaplar hediye edebiliriz. En azından ellerimiz kitap alıp vermeye alışır. Okumasak bile okuyacak birilerine kitap takdim etmek, onları kitaplarla dost kılmak az şey midir?!.. Bunun çok da masraflı bir yol olduğunu düşünmüyorum. Hayırlarımızı kitap cinsinden yapsak bile kitaba bir bütçe ayırabiliriz zannederim.

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:51:52

Kahvehanelerin adını bu yıla mahsus olarak eskisine döndürüp kıraathane (okuma evi) yapsak!.. Bunun için kampanyalar düzenleyip mahallemizin en az bir kahvehanesinde iki raf da olsa bir kitaplık oluştursak. Bunu işyerlerimize, hapishanelere, hastanelere yaysak ve bizimle çalışan insanlar bize baktıklarında kitabı hatırlasalar!.. Ne olur yani bir banka, bütün şubelerinde mudilerinin beklediği bölümlere hediye olmak üzere birkaç çeşit koysa. İşyerleri özel günlerinde çalışanlarına kitap setleri (ebeveyn için, çocuklar için, misafirler için) hediye etse. Ünlü restoranlar müşterilerine hesap pusulasıyla birlikte ücretsiz kitap sunsa (ve kitabın ücretini isterse gizlice faturaya ilave etse). Bütün çiçekçiler çiçek alanlara bir de kitap verse; bütün çiçek verenler çiçekle birlikte birer kitap da verseler. Şehirlerarası toplu taşıma araçlarında yolculara kitaplar sunulsa. İlaç şirketleri duvar saatlerinden, işe yaramaz döküntü hediyelerden vazgeçip bir yıl boyunca promosyon olarak kitap dağıtsa. Oteller ve hastaneler yatakların baş ucuna kitaplar koysalar. Kreşler çocuklar için kitap şeklinde oyuncaklar üretseler, oyuncaktan kitaba geçiş yapsalar. Sahi ne ziyanı olur, bayram şekerleri yerlerini kitaplara bıraksa; hediye götürülür veya gönderilirken paketlere birer kitap da konsa!.. Hükümet üyeleri ve parlamentoda herkes bir kitap okuma/okutma, alıp/verme geleneği başlatsa!.. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın eşleri hanımefendilerden birinin öncülüğünde bir kitap açılımı başlatılsa da kızlarımız, anne adaylarımız, annelerimiz geleceğimizi bilgiyle şekillendirseler. Ve nihayet ortaöğretimde okullar ve öğretmenler okuma saatlerinin içeriğini dolu tutsalar, ÖSS okunacak Yüz Temel Eser'den sorular sorsa, üniversiteler senato kararları alıp öğrencilerine kültürel kitap okuma dersleri (seçmeli ve kredili) koysa... Velhasıl sa... sa... sa.

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:52:09

Bir kitap hayatımıza ne katar, kendinize sorun lütfen!.. O zaman bütün bu söylediklerim yalnızca bir rüya olmaktan çıkacak, biz kitap okuyan birinci sınıf bir toplum olacağız. Belki de kişisel ve toplumsal pek çok sancımız son bulacak, kazancımız artacak.

Bence sizin hiçbir mazeretiniz bu rüyayı gerçekleştirmenize mani değildir; yanılıyor muyum? Herkes kendi miktarınca günde bir kitap, haftada bir kitap, ayda bir kitap, hiç olmazsa her mevsimde bir kitap, o da olmazsa 2011 yılında bir kitap okuyabilir veya hediye edebilir. Hem okuyup hem hediye edebilir olmak da mümkün elbette. Gelin 2011 yılını rüyada geçirelim.

Yeni yılınız bereketli ve hayırlı gelsin; günleriniz kitap, yılınız kütüphane olsun!..

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:52:31

Ne okuyalım?

2011 yılının kitapla dostluklarını başlatmak için işte benim seçimim olan birkaç kitap: Nazan Bekiroğlu'ndan "Yol Hali", Sibel Eraslan'dan "Çöl/Deniz: Hz. Hatice", Perihan Mağden'den "Ali ile Ramazan", Ahmet Ümit'ten "İstanbul Hatırası", Selim İleri'den "Bu Yalan Tango" ve Ece Temelkuran'dan Beyrut hüzünleri taşıyan içli "Muz Sesleri"... Şiir okumayı sevenler Ömer Erdem'in "Kireç"ini bir kenara kaydetsinler. Aktüel hadiselere bakış açısını değiştirmek isteyenler de Şamil Tayyar ile Mehmet Baransu'nun heyecanlı kitapları arasında mutlaka dolaşmalı. Güzel bir hatırat için de Sargon Erdem'in "Tövbenin Tadı" adlı eseri fevkalade yararlı.

Bu kitapların herhangi birini okuyarak 2011 kitap rüyasına dalabilirsiniz. Ama rüya yerine gözleriniz açık olsun istiyorsanız "Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan" kitabını mutlaka okumalısınız. Geçtiğimiz bir yıl içinde beni en fazla etkileyen birkaç kitaptan biriydi bu. Hüseyin Besli ve Ömer Özbay'ın hazırladıkları lezzetli, heyecanlı bir kitap. Nefes kesici bir öyküyle başlayıp bir liderin hangi şartlarda lider olduğunu zarif, kavrayıcı, kuşatıcı bir üslupla anlatıyor. Kitabı okuyunca Sayın Başbakanımızın "delikanlı"lığına da, liderlik yeteneğine de hayran kalıyorsunuz ama daha da önemlisi Sayın Emine Erdoğan'ın inandığı davaya katkılarındaki kararlılık ve gayretini görüyorsunuz. Bu kitapta eskilerin ifadesiyle "müstakîmü'l-hâl (dosdoğru bir istikamet üzre, vizyoner, çalışkan ve elbette dürüst)" bir Tayyip Erdoğan ve Emine Erdoğan portresi var. İbret için ve örnek alınmak üzere...(Meydan Yayınları, 0212524 7 524). [email protected]

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 15:53:57

2010'da Edebiyat


Bir yıl geride kaldı. Yerlisi ve yabancısıyla pek çok eserin yazıldığı, yayımlandığı, okunduğu bir yıl. Ama kitapçı vitrinlerini daha ziyade vampir hikâyeleri doldurdu.

Üstelik bu kan emicilerin hepsi çok karizmatik, çok sevecen, çok yakışıklı ve iyi kalpli gösterilmekten memnunlar. O kadar ki Tolstoy'un Anna Karenina'sı veya Tanpınar'ın Mümtaz'ı onların yanında uzaylı gibi duran karakterler. Edebi eserden ziyade eğlencelik okuma malzemesi gibi.

Yayıncı kuruluş ve meslek birliklerinden edindiğim verilere göre bu yıl da yine en fazla klasiklere rağbet edilmiş. Batı klasikleri kadar doğu klasikleri de yayınlananlar arasında üstelik. Hüseyin Rahmi, Refik Halit, Orhan Kemal isimleri ise bu serinin yerli uzantıları. Ahmet Günbay Yıldız yine liste başında bir satış grafiği çizmiş. 2010'da daha önce çevrilmemiş bazı kitaplar, bir ihtiyaç gibi alıcı bulmuş. Cervantes'ten "Çingene Kızı", Aku Tagava'nın, "Rashomon"u bunlardanmış. Unutmadan söyleyelim, Nobel'li yazarların yeni kitapları da dilimize hızla çevrilenler arasında. Doris Lessing'in "Hayatta Kalma Güncesi", Mario Vargas Llosa'nın "Elebaşılar, Hergeleler", Jose Saramago'nun "Kopyalanmış Adam" eserleri bu serinin ürünleri. Ve elbette Necip Mahfuz'un adını anmalıyız: "Cebelari Sokağı'nın Çocukları, Miramar, Başkanın Öldürüldüğü Gün, Serap, Düğün Evi..." Hepsi de bestseller olmadan okuyucuyu doyuran romanlar. İsmail Kadare'nin "Ölü Ordunun Generali" ile Sadık Çubek'in "Sabır Taşı" adlı görkemli eserleri ise bu yılın en rağbet görenleri olmuş. Okumanızı tavsiye ederim. "Ye, Dua et, Sev" herhalde yılın en iyi çeviri kitabıydı. Filmi de onu destekledi üstelik.

Qayd etilgan