y Rabb'im, ben sesimi nasıl ulaştırayım?
Çağrı senden; ulaştırmak bizden!..
Sonra elçi Kâbe'yi yapıp bitirdiğinde Safa tepesine, Ebu Kubeys dağına ve Makam-ı İbrahim'e çıkıp ıssız çöllere, güneş yanığı tepelere haykırdı. Oğlu İsmail'den gayrı kimsecikler yoktu, sesini hiçbir kimse duymadı. Lakin otlar titredi, ağaçlar sallandı, rüzgâr şahlandı ve bu sesi yüzyıllar boyunca kâinatın can kulaklarına ulaştırdılar; doğmayan nesillerin ruhlarına duyurdular. Allah, baba ile oğulun dualarına icabet etti. Bu beytin etrafı mamur kılındı, uğrak yeri oldu, şehir oldu, Mekke oldu. Allah, oraya hacca gelen herkesi işitti. Bugün de işitiyor. Hâlâ işitiyor!.. Sizin bu yazıyı okuduğunuz şu anda işitmeye devam ediyor. O halde katılın büyük seslenişe, Lebbeyklere, tekbirlere, telbiyelere!... Çünkü her Hac mevsimi geldiğinde İbrahim'in o kadim çağrısına en yeni sesler katılır ve böylece seslenişler kıyamete kadar sürer, "Lebbeyk!.." okunur. Üstelik bu çağrı yalnız insanlara değil, bütün bir hilkatedir ve telbiyelerin uzayıp giden yankıları kurdun ve kuşun, ağacın ve taşın kalbini titretir; sese ses katar. Nitekim son elçi buyurur: "Telbiyede bulunan hiçbir Müslüman yoktur ki onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç, sert toprak onunla birlikte telbiyede bulunmasın. Bu katılma (sağını ve solunu göstererek) şu ve şu istikamette arzın son hududuna kadar devam eder (Tirmizi, Hac, 14)." O halde katılın o seslenişe, telbiye ve tekbirlere!.. Katılın ki duyulsun sesiniz. Duyurun sesinizi!.. "Ben o sesi nasıl duyurayım?" demeyin; nida sizden olsun, duyurmak duyurmayı vaat edenden. Onu can evinize duyuran rüzgârlar esiyor bakın...