İSKENDER PALA  ( 36912 marta o'qilgan) Chop etish

1 2 3 4 5 6 7 B


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:21:47

brâhîm her yıl Mekke'ye gelip haccederdi. Sonraki peygamberler ve mü'min olan ümmetleri de Mekke'ye gelip haccetmişlerdi. Ümmetleri helâk olan peygamberler Mekke'ye gelirler, ömürlerinin sonuna kadar orada ibâdet ve tâatle meşgul olurlardı. Şimdi mü'minler Mekke'ye gidip haccediyorlar. Suud hükümeti serbest bıraksa bütün müminler Mekke'ye gidip haccederler. Uçarak, koşarak, yürüyerek ve hatta sürünerek... Karınca olup yolunda ölme pahasına olsa haccederler... İbrahim'in bereketli duasına uymak ve yine onun duasıyla gelen kutlu nebinin ayak izlerine basabilmek için tek ayak üzerine sekme pahasına olsa haccederler. Sizi oradan alıkoyan şey yalnızca mesafeler, vizeler, kurallar... Ama gönüllerin mesafeleri aradan kalkınca... Aşk gelince... Allah'ın evi kalbinizde tecelli edince... Artık katılın seslenişlere, Lebbeyklere, tekbirlere, telbiyelere!... Korkmayın, size o çağrıyı duyuran rüzgârlar, otlar, ağaçlar sizin sesinizi de katacaktır o büyük sese.

Şair (Nabî) der ki: "Gel gönül azm-i reh-i beyt-i Hudâ eyleyelim/ Sa'y edip Merve'ye tahsîl-i safa eyleyelim/ İşimiz eylesin altın dü cihanda Mevla/ Nâvedân-ı zerin altında dua eyleyelim."

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:22:24

Aşağı yukarı şöyle bir yakarının dizelere yansımış halidir bu: "Gel ey gönlüm, varalım gidelim, Allah'ın evinin yoluna koyulalım. Merve'ye doğru sa'y edip (can atarak koşalım da) bir Safa'mız olsun (esenlik bulup ferahlayalım, arınıp kurtulalım). Sonra varıp Altın Oluk'un altında dua edelim de Allah iki cihanda işimizi altına döndürsün." Şimdi bu şairin sözüne uymak, Merve'de Safa'da olmak, Altın Oluk altında altınlaşmak geçer ya insanın içinden!.. Aaah!.. Rüzgâr!.. Sen kat sesimi o büyük sese!.. Hani o çobanın sesini kattığın gibi. Hani dağ başında bir çoban, kavalını çalıyor ve içli içli ağlıyordu ya. Hani koyunları meleşiyor, seherin sesine ses katıyordu ya... Gün doğdu, doğacaktı hani... Çoban bir hasretle yanıyordu; büyük bir hasretti!.. Öyle ki hıçkırıkları ta yüreğinde düğümleniyor, kalbini daraltıyordu... Sen vardın sonra yanına. Serin ve selamet bir tül gibi... Seni hissedince çoban coşmuş, ağlamıştı. Sonra kavalından çıkan nağmeler mısralara dönüşmüş, terennüm şiir oluvermişti. Ve oradan geçmekte olan bir güvercin nağmeyi kendi dilince tercüme etmişti: "İn nilte yâ rîha's-sabâ yevmen ile'l-arzı'l-harem/ Belliğ selamî fihâ'n-nebiyyi'l-muhterem."

Güvercinin sesini ırmaklar ve ağaçlar, çöller ve denizler şöyle tercüme ettiler Türk yurtlarında: "Uğrarsa yolun bad-ı saba ger harameyne/

Ta'zîmimi arz eyle rasûlu's-sakaleyne."

Ben de öyle diyorum işte ey rüzgâr, eğer bir gün yolun Harameyn'e düşerse, o nebiler nebisi, insanların ve cinlerin efendisi Muhammed Mustafa'ya benim de selamımı ilet ve onu çok sevdiğimi söyle!." Rüzgâr!.. Cılız sesimi kat o büyük sese ve lebbeyk okuyan dudakları yak o kıvılcım ile... Şimdi orda olmak vardı amma!.. Bari gideyim, hacı leyleklerin yuva yaptığı bir evi tavaf edeyim.[1] Bayramınız mübarek, kurbanınız makbul olsun..

[1] Savaş yıllarında Hacca gidilemediği vakit Anadolu'nun bağrı yanık âşıkları leyleklerin yuva yaptığı evleri tavaf etmişler, Kâbe'yi gören gözlerin hatırına o evi Kâbe kutsallığında saymışlardı. Aaah, mine'l-aşk!...

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:23:17

Ahdolsun!..


Yaşadığı dünyanın haritasındaki bütün tanımları, bütün çizimleri, bütün görünümleri sevgiliye göre düzenleyen âşık haritacıyı bilirsiniz. Hani haritasını çizerken onun doğduğu şehir, onun evine giden yol, onun gezindiği çimenlik, onun altında oturduğu ağaç, onun su içtiği ırmak, onun... diye diye tanımlamış bütün mekanları ve yönleri.

Hakiki âşık imiş o. Çünkü gönülden bir ahdin sahibi olduğunuzda, ömür haritasının başka türlü çizilmesine imkân ve ihtimal yoktur. Hakiki aşk (hakikatli aşk), bir ahdin izini sürmekten başka bir şey değildir ve ömür haritasında bütün işaretler aşk ahdi üzerine olmadıkça kişi yaşadığını hissedemez. Böyle birisi belki ömür sürer, ama yaşayamadan ömrünü tamamlamış olur. Çünkü yaşamak, ahde vefa ile anlam kazanır. Ahdimiz ister ezelden kopup gelsin, ister gönülden... İster dil ile söylensin, ister göz ile...

Ahit (ahd) dediğimizde "yemin derecesinde kesin söz verme"yi anlarız ve bu kelimenin içine hem dinî bir kutsallık, hem de ahlakî bir erdem katarız. Nitekim karşılıklı ittifak hükümlerini ihtiva ettiği için Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarına Ahd-i Atik (evvelki ahit) ve Ahd-i Cedid (sonraki ahit) denilmiştir. Çünkü Allah değişik zamanlarda insanoğlu ile ahitler yapmış, peygamberlerini de bu ahde aracı kılmıştır. Nuh aleyhisselamın gemisindekilerle yapılan ahitte tufanın bir daha vuku bulmaması için buluta konan yay (gökkuşağı) bir alamet sayılmıştı. Hz. İbrahim'in hanif ümmetiyle yapılan ahitte ise sünnet olma bir alâmet olarak belirlenmişti. Tûr-ı Sina'da İsrailoğulları ile yapılan ahitte Hz. Musa aracılık etmiş, sonra bu eskiyince (Ahd-i Atik), Rab Taala Hz. İsa'nın şahsında insanlıkla yeni bir ahde girmiş (Ahd-i Cedid) ve Sina'nın hükmünü ortadan kaldırmıştı. Nitekim Hz. İsa son akşam yemeğinde kendi etini ve kanını bu ahdin alameti olarak feda etmiştir. İslam'a göre bu ahdin içini dolduran şey "kul olmak"tan ibarettir, sevenin sevilene kul olması... Dini terminoloji bu kulluğun içini namaz, zekat, peygamberlere itaat, Allah'a (Mutlak Sevgili) güzel takdimelerde bulunmak gibi davranış şakileriyle doldurur. Beşeri duygularla seven âşık ile maşuk arasında ise ayrılık, hicran, hasret, iştiyak (özlem), itaat, rıza (boyun eğme) gibi davranış biçimleri vardır. Her iki ahdin içinde de emir, yasak ve tavsiyeler olduğu gibi af ve mükâfatlar da yer alır.

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:23:59

Sevgili, lütfen ve keremen, âşıkı ile arasında bir ahitname oluştururken ona bir emanet (aşk) teslim etmekte, o emanete sadakat beklemektedir. Nitekim "Kalu-Bela"da olup biten şey de yalnızca bundan ibaret idi. Ta ki insanoğlu o emaneti hakkıyla korusun ve yarın Sevgili huzuruna çıkınca emanete halel getirmemiş olsun. Çünkü Sevgili, "Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bu emaneti yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan(a gelince, o tuttu) bunu sırtına yüklendi (Ahzab, 72)." buyuruyor. Yani ki bu emaneti taşımak öyle her babayiğidin harcı değildir; asalet ister, mertlik ister. Hani o halk manisi ne kadar da güzeldir: "Ayrılık büyük derttir / Sabreden ona merttir / Ahdini unutanlar / İnsan değil namerttir". Keza beşeri aşk taşıyan âşık da maşukunun emanetini taşıdığının farkında olmak zorundadır. O kadar ki, aşk emanetini korumak için gerektiğinde aklını bile feda edebilmelidir. Bunun için sevgili arada sırada vefasızmış gibi görünerek âşıkına hasret çektirir, cevr ü cefa eder. Ta ki âşık kemale erebilsin. Yozgatlı Hüzni'nin "Ben recadan sen de cefadan el çek / Ver aklımı, al aşkını ey melek / Beyhudedir senden ihsan beklemek / Nerde kaldı ahd u peymanelerin" mısralarında bunu görmek mümkündür. Bu emanetin ehline teslimi adına "Aşıklar mâşuka boyun eğerler / Ahdine sadakat gösterir erler (Sümmanî)." İlla ki sevgili, âşıkı bir gömlek daha kemale ersin, aşkın hakikatini daha derinden idrak edebilsin diye onu hep yarınlara salar, vuslatını geciktirir. Hani Gevheri'nin dediği gibi: "Derd-i derûnumu bilirim deyü / Tabip olup derman bulurum deyü / Ahd ü amân etti gelirim deyü / Beni ferdalara saldı da gitti."

Ahd kelimesine sözlükler "Bir şeyi korumak, halden hale onu muhafaza etmek" anlamını verirler. Hani o haritacı âşık gibi bütün ruh haritasını sevgiliyle, sevgilinin, sevgiliye, sevgilide, sevgiliden diye çizmek, her şeyi yalnızca sevgili olarak görmek, idrak etmek, anlamak ve yorumlamak... Ancak o vakit seven ile sevilenin vuslatı gerçekleşir. Nitekim Sevgili buyurur "Siz bana verdiğiniz ahde sadık kalın ki ben de size verdiğim ahdi ifa edeyim (Bakara, 40)". Öyleyse Sevgili'ye kul olanın, "A benim al çiçeğim / Nasıl senden geçeyim / Ahd ettim yemin ettim / Yoluna öleceğim" demesi gerekir. Gel gelelim Karacaoğlan şöyle diyor: "El-aman ne fena vakte yetiştik / Ahde vefa eder yârân kalmadı."

Gönül haritalarınızı kontrol ediniz; oradan çıkan yollar nereye gidiyor?!...

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:27:43

Hürriyet Kasidesi


Namık Kemal'in ünlü Hürriyet Kasidesi'ni hepimiz biliriz. Türk edebiyatının en güçlü şiirlerinden biridir. Osmanlı devletinin Kanun-ı Esasi hazırlıkları içinde olduğu günlerde yazılmıştır.

O zamanki adı 'Besâlet-i Osmaniyye ve Hamiyyet-i İnsaniyye'dir. Biraz serbest davranarak "İnsanlık Onuru ve Milli Kahramanlık' biçiminde tercüme edebileceğimiz bu başlık günümüze taşındığında demokratikleşme mücadelesinin tercümanı oluverir. Nitekim şiirin tamamını okuyanlar, geçtiğimiz günlerin yoğun siyasi tartışmaları ve evet-hayır sürecini tanımlayacak pek çok dizeye rastlayacaklardır.

Namık Kemal bu şiirini Vakit gazetesinin 2 Haziran 1876 tarihli nüshasında yayınlar. Ve elbette büyük ses getirir, bir anda bütün yurt sathında ezberlenir. Şiir bu derece beğenilip şöhret bulunca halk arasında adı önce "Vatan Kasidesi" sonra da "Hürri­yet Kasidesi" olarak anılmaya başlar. Eski kuşaktan pek çok insanın hafızasında önemli yer tutan, yüz yılı aşkın bir süredir de ders kitaplarına giren veya vatan çocuklarına ezberletilen bu kasidenin günümüz siyasi ortamını aydınlatacak bazı ilhamlarına baktıkça yaklaşık 135 senedir hâlâ "Hürriyet" meselesini çözmeye çalıştığımıza hayıflanmamak elde değildir. Şiire o günlerde Hürriyet Kasidesi diyenler, Sırbistan ve Karadağ ile savaş halinde bulunuşumuza atıf yapıyorlardı. Bu yüzden biz o Hürriyet kelimesini "Özgürlük" olarak alıp demokratikleş(eme)me süreciyle ölçmek gerektiğini düşünüyor ve inşallah bu referandum sonucunun bir başlangıç olmasını temenni ediyoruz. Daha demokratik bir anayasa ve daha güzel bir dünya için bir başlangıç... 12 Eylül 1980'de çiğnenen "Besâlet-i Milliyye ve Hamiyyet-i İnsaniyye"mizin yeniden şahlanışı için bir başlangıç...

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:29:03

Namık Kemal'in o günlerde yaktığı meşalenin aydınlığını bu kadar yıl sonra ülkemizin ufuklarına getirmek için çaba sarf eden herkese en az Namık Kemal'e olan şükran duygumuz kadar şükran duyduğumuzu belirtmek istiyor ve o kasideden birkaç beytini demokrasi mücadelesinde emeği geçenlere teşekkür sadedinde buraya kaydediyoruz: (..)

Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten

Mürüvvetmend olan mazluma el çekmez iânetten

Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma

Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten

Durup ahkâm-ı nusret ittihad-ı kalb-i millette

Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten

Eder tedvir-i alem bir mekînin kuvve-i azmi

Cihan titrer sebat-ı pây-ı erbâb-ı metanetten

Kaza her feyzini her lûtfunu bir vakt için saklar

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:29:25

Fütûr etme sakın milletteki za'f u betâetten

Biz ol âl-i himem erbâb-ı cidd ü içtihâdız kim

Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten

Ne gam pür-âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyyet

Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten

Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyyet

Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten

Ne yâr-ı cân imişsin ah ey ümmid-i istikbâl

Cihanı sensin âzâd eyleyen bin ye's ü mihnetten

Senindir devr-i devlet hükmünü dünyaya infaz et

Hudâ ikbâlini hıfz eylesin her türlü âfetten

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:29:44

Kendini insan bilenler halka hizmetten usanmaz. Mürüvvet sahibi olanlar da düşkünlere yardım etmekten el çekmezler.

Bunca yıldır millet hor görülmüşse, sakın şanına noksan geldiğini zannetme. Cevher yere düşmekle kıymetinden bir şey eksilmez.

Başarı ve üstünlük milletin gönül ve oy birliğindedir. Halkın farklı görüşlerde olmasından (korkma ki, bu vesileyle) ortaya çıkan sonuç milletin hayrına olur.

Hedefine gitmekte ayak direyen güçlü bir kahramanın azminin kuvveti, (tıpkı bir eksen gibi) dünyayı çevresinde döndürür. Çünkü metanet sahibi insanların ayaklarını sağlam basmalarından cihan titrer.

Biz o yüce yaratılışlı, çalışkan ve güçlü kişileriz ki küçük bir aşiretten cihana hükmeden bir devlet yarattık.

Şimdi özgürleşme kavgasının her yanı korkunç bir ateş olsa ne gam!.. Yiğit olanlar, bir can için gayret meydanından kaçar mı hiç?!..

Ey özgürlüğün gülümseyen yüzü!.. Meğer sen ne efsunkâr imişsin ki, sana gönül vererek gerçi esaretten kurtulduk, ama şimdi de senin esirin olduk...

Ey "istikbal" adlı umut!.. Meğer sen nasıl bir can dostuymuşsun ki cihanı bütün üzüntü ve sıkıntılardan sen kurtarıyorsun...

Ey istikbal!.. Şimdi hükmetme çağı senindir, iktidarını dünyaya yürüt... Allah, bu yolda senin ikbalini her türlü belalardan korusun!..

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:30:56

Karagöz ile hacivat falcıda!

- Yâar bana bir eğlence medet!.. İki gözüm, Hacivatım, Hele diyorum, "hayır"lısıyla şu bayramı da bir atlatsaydık!?..

- Evet Karagö...

- Evet deme!.. Hacı Cavcav, "Evet deme.. Bak sana itibar ettik, devletlüsün, ağasın, beysin dedik, ama sen böyle yaptıkça helecanım hafakana varıyor, asabıma halel geliyor...

- Aman Karagözüm, sinirlenme, sen kemâl-i sıhhat u afiyette ol, ben hayır derim, hatta her şeye hayır derim, üstüne hayırlar yağar!..

- Bak işte böyle, hayır de... Hatta şimdi başla, kırk kere hayır de...

- Hayır, hayır, hayı...

- Oooy, offf; Haayy, Hak! Hacivat'ım, aha şuramda bir korku var; ya "hayır" çıkmazsa!..

- O zaman "evet" çıka...

- Evet deme dedim, Hacı Cavcav, bak kötü oluyorum... Hem orada oturma bakayım, kalk ayağa... Hatta al çantanı eline, hemen gidiyoruz.

Qayd etilgan


Ansora  21 Yanvar 2011, 17:31:10

- Nereye hayırlısıyla Karagözüm!?

- Er-remmal Kaygılı Baba'ya. Adama evliya diyorlar, olmuşu olacağı, gelmişi geleceği biliyormuş.

- Falcıya gideceksek Karagözüm, bari Çıplak Hoca'ya varsaydık, on parmağında on marifet, hele türbedarı keramet ki keramet... Bakla attırırız, "evet" çıkarsa remil döktürü...

- Hele bak Hacı Cavcav, aha bu son olsun!.. Sıkmayayım sonra boğazını... Bir daha hayırsızlık eder de o kelimeyi ağzına alırsan...

- Hayır, hayır... Tövbeler olsun, bir daha "evet" demem...

Kahramanlarımız, korumalarını atlatıp ray-ban gözlüklerin arkasında kimseye görünmeden gittikleri gecekondu mahallesinde aradıkları kapıyı bulurlar. Kapının bir yanında tavuk kümesi, diğer yanında koyun ağılı vardır. Kırık bir mezar taşının çevresine yatır havası verilmek üzere çekilip türbe yeşiline boyanmış parmaklıkları geçerken orada yakmakta olan evliyadan Tokmaklı Hacı Kazık Efendi'nin ruhuna bir şeyler okuyup üfleyerek fallarının "hayır"lı olması için okurlar. Hacı Kazık Türbesinin kafası dumanlı türbedarı Tuzsuz Deli Bekir bir adak kurbanı parasını peşin alarak önlerine düşüp ikisini de loş, rutubetli, küf kokulu bir odaya götürür. İçerisi kalabalık; kabadayılar, tiryakiler ve elbette zenneler: Ayşanım kocasıyla arasını düzeltmek istiyor, İlknur kızımız sevda ateşiyle yanıyor, İclal'i cin çarpmış, Neriman kaybolan gerdanlığının peşinde, Ümit Hanım yeni AVM'sine tılsım yaptıracak...

Qayd etilgan